Aidiyetin mimarisi: Üçüncü mekanlar

Sosyal izolasyonun ve sivil kopuşun arttığı bir çağda, üçüncü mekanlar hızla yok oluyor. Dijital etkileşimler fiziksel topluluğun yerini almaya çalıştıkça, çevrimiçi aidiyet yanılsaması organik, yapılandırılmamış sosyal karşılaşmaların kaybını telafi edemiyor. Oysa anlamlı bağlantıların nadir hale geldiği bir dünyada, onları geri kazanmaya ve yeniden keşfetmeye ihtiyacımız var.

AIDIYETINMIMARISI.png
AIDIYETINMIMARISI2.png

TEXT Zeynep Özar Berksü

“Before Sunrise” (1995) filminde, Jesse ve Céline bir trende tanışır ve dürtüsel bir merak duygusuyla Viyana’da trenden birlikte inerler. Şehirde dolaşırken, sohbetleri kitapçılarda, kafelerde ve boş bir plak dükkanında -dünyanın anlık olarak yavaşladığı ve iki yabancının geçici bir yakınlık kurmasına izin verdiği yerlerde- gelişir. Aralarındaki bağ, ortak bir geçmişe ya da zorunluluğa değil, oyalanmak için tasarlanmış mekanlarda birlikte olmanın rastlantısallığına dayanır. Ev ya da iş tarafından sahiplenilmeyen bu üçüncü mekanlar, spontane karşılaşmaların derin bir şeye dönüştüğü alternatif bir yaşam ritmi sunar.

Bu mekanlar fiziksel konumlardan daha fazlasıdır; sosyal sınırların yumuşadığı ve bağlantıların organik olarak ortaya çıktığı bir dünyada var olma biçimini temsil ederler. Bir şehrin insanları aracılığıyla okunaklı hale geldiği, yabancıların birbirlerinde kendilerini tanıyabildiği yerlerdir. Jesse ve Céline’in Viyana’daki gecesi sinematik bir fantezi olarak kalsa da yankısı kolektif bir özleme işaret eder: Aidiyetin önceden tasarlanmayıp tesadüfen kurulduğu, sohbetlerin davet gerektirmediği ve kısa bir an için bile olsa iki hayatın, beklentinin ağırlığı olmadan bir araya gelebildiği bir dünya.

Aidiyetin geliştirilmesindeki rolü

Giriş yapın

İçeriklerimizi okumak için giriş yapın

Hesabınız yok mu? Üye Ol